30 Kasım 2009 Pazartesi

Dikkat! Taş düşebilir, İBB çıkabilir

Değerli okuyucular, ilgililer...
Dikkat, bu sayfadan İBB çıkabilir. İBB ihraç, ayrımcılık, adaletsizlik, haksızlık, insan hakları ihlali, anti demokratiklik gibi uygulamalara yol açabilir. Direkt maruz kalmasanizda yan etkileri 100% her kullanıcıda görülmektedir.

http://www.korkusitesi.com/images/janetleight.jpg


İstanbul Büyükşehir Belediyesi geliyor.




6 Kasım 2009 Cuma

2. sınıf insan muamelesi görmek


Bir kentin gelişmişliği, o kentteki kaldırımların ve yaya yollarının iyi ya da kötü olmasıyla doğru orantılıdır. Ne kadar insanların kullanımına uygunsa o kentin/yerleşimin gelişimi o kadar ileridir.

Neden?
Bir kenti düşünelim. İçerisinde neler var diye sorsam, neler sayardınız?
Arabalar, binalar, yollar, parklar/bahçeler, sokaklar, insanlar vs...

Bütün bu resmin içerisinden insanı çekip çıkartsanız, geriye ne kalır? Kendi kendine giden araçlar mı? Sokaklar, evler, gökdelenler, okullar, hastaneler, tarlalar, fabrikalar?

O zaman soruyu tekrar şekillendirelim ve soralım: İçerisinde insan olmayan bir kent, kent midir? Ya da ne işe yarar?

Çok basit bir mantkla kentler insanlar içindir diyebilir miyiz?

Yukarıdaki basit mantıktan hareketle evet. İnsanların olmadığı bir kent hayal etmek mümkün değil. Hayal etsek bile o bir maketten öteye geçemez.

O zaman başka bir soru daha sormak gerekir. Kentte üretilen her türlü yapı, altyapı ve hizmet en temelde insanlar için midir?

Bu soruya da evet yanıtını veriyorum. Yine basit mantıkla. Kentte üretilen her türlü hizmet ki bununla üst yapı, alt yapı ve sosyal hizmetleri kastediyorum, insanlar için üretilir ve insanlar tarafından tüketilir. O zaman üretilen kentsel politikaların da gerçekleştirilen hizmetlerin de en temel kriteri insan ve insana ne kadar değer katıp katmadığıdır. Bir kenti değerli ve gelişmiş kılan özelliğinin insanca yaşayabilirlik kriteri olması da kaçınılmaz olacaktır. Bir kenti yaşanabilir kılmak için kentsel politikaların da insana değer veren ve insanları herşeyden öncelikli tutan politikalar olması gerekir. Bu politikalar doğrultusunda gerçekleştirilecek direkt ya da dolaylı hizmetlerin hepsinde de 'insan' ve insan yaşamı 1 ve hatta tek kriter olmalıdır.

Bunun üzerinden bir örnek olarak kaldırımlar ve yaya yollarına bakalım: Kaldırımlar ve yaya yolları direkt olarak insanlara yönelik olarak tasarlanmış kent ögeleridir. Bu konuda geliştirilen politikaların da en önemli v e belki de tek kriteri insanlar ve insanların refah içinde yaşayabilmesidir.



Oysa buralarda hizmetlerin ve politikaların önceliği insanlar değil araçlardır. Kaldırımlar ve yaya yolları insanların rahat, güvenli ve sağlıklı yürüyebilmesi için üretilir. Gelişmiş ve yaşanabilir bir kentte de olması gereken insanların, rahatça, kendilerini güvende hissederek, ölüm ya da kaza riskiyle baş başa bırakılmadığı, sağlıklı yaya yolları ve kaldırımlardır.



Bir kentin bazı mahallel/alanlarında kaldırımlar ve yaya yolları bu özelliklere sahip bazı mahalle/alanlarında sahip değilse o zaman, o mahalle/alanlarda yaşayan, oraları kullanan insana verilen değeri tartmak da mümkün olacaktır. Ben bunu insana yapılan 1. ya da 2. sınıf insan olma muamelesi olarak adlandırıyorum. Çünkü birileri tüm bu özelliklere sahip kaldrımlara ve yaya yollarına erişebiliyor, birileri erişemiyorsa bunun ekonomiyle ilişkisi yoktur. Yani burada bütçe yetersizliği gibi savları kabul etmek mümkün olamaz. Başka bir sebep olabilir mi? Ben bir kent yurttaşı olarak neden 2. sınıf muamele görüyorum?

Öte yandan daha da acısı neden ben 2. sınıf muamele görürken araçlar 1. sınıf muamele görüyorlar?

Kaldırım ve yayayollarının benim, senin ve aslında herkes için yapılmadığı, varla yok arasında olanın da araçların hizmetine sunulduğu bir örnek de Yeldeğirmeni.

2. sınıf insan da olsam sanırım bir kaç soru sormaya hakkım var: Neden ben 2. sınıf insan muamelesi görüyorum? Neden ben insanca bu kenttin istediğim yerinde yaşayamıyorum? Neden insan onuru bu kenttin her yerinde eşit değerde değil?







16 Eylül 2009 Çarşamba

herşeye rağmen yeldeğirmeni

Bu mahallede yaşarken gündelik can sıkıntılarımız oluyor. O kadar gündelikler ki bir süre sonra normalleştiriyor insan. Bu belki yerel yönetimlerin bir stratejisi de olabilir. Yaşamı zorlaştıran hizmet etksikliklerini o kadar uzun süre gidermiyorlar ki normalleştiriyoruz. Normalleştirmemizin üzerinden zaman geçince biz bunlara artık hiiiiç sinirlenmez oluyoruz. Çünkü yerlerini zaten çoktan yenileri almış oluyor. Ayrıca bu hizmetlerin eksikliğini belli zaman aralıklarına düzenli olarak dağıtıp, hiç sektirmeyerek eksikliğini kontrol ediyorar. Hiç bir şeye sürdürülebilir ve eşitlikçi bir sistem yaratamaz veya politika üretemezken, hizmet kalitesini düşürme ve eksiltme konusunda çok başarılı çalışmalar yapıyorlar. Beklediğimiz hizmetler adına gerçekten kıskandırıcı bir özen ve kurumsallık gözlemliyorum bu konuda.

İşte Rasimpaşa Mahallesi, nam-ı diğer Yeldiğirmeni’nde yaşadığınızda bu tezimi doğrularsınız. Çünkü en büyük dertlerden biri de şudur ki bir çok mahalle-semt sadece ilçe yönetiminden ya da sadece büyükşehir yönetiminden hizmet zulmü görürken, Yeldeğirmeni’nde her ikisininin de hizmetlerine maruz kalınır. Kadıköy’de yaşamak bir ayrıcalıktır, Yeldeğirmeni’nde yaşamak daha da büyük ayrıcalıktır. Onun için de geri kalan Kadıköy’den pek ayrı hizmet alır.

Yerini tarif edeyim derdim ama nasıl olsa buralardasiniz, eh bir sayfada haritada yerini görmek için açarsanız ne güzel olur.

Konum böyle olunca bize de mahalleyi gördüğümüzde şaşkınlığın içine yuvarlanmak düşer.

Ben düştüm. Yuvarlandım. Dedim ki acaba başkaları da yuvarlanır mı?
Gecesi, gündüzü, haftasonu, haftaiçi, çocukları, esnafı, kadınları, gençleri, sokakları, evleri, delikleri, çukurları, yolcuları, binaları, trafiği... Ne bulabilirsem. Ne görürsem. Ancak tek diyeceğim var ki korkun görmek istediklerimden. Çünkü normalleştirmemek için direniyorum. Her türlü ayrımcı, adaletsiz, haksız, hukuksuz politikaya rağmen. Siz de bu mahalleye gelin, siz de kendinizi ayrıcalıklı hissedin!